bir şey aramak isterseniz

6 Temmuz 2013 Cumartesi

3 yaş

bana sorsalar hala yeni bebek sahibiyim. hala dün gibi seni kucağıma alışım.

ama eğer elinden tutup seninle gezmelere gidiyorsam,

eğer kalktığında 'günaydın annecim!' diyorsan bana,

espri yapıp beni güldürebiliyorsan,

ilaç olabiliyorsan bana ben hastalandiğimda,

beni üzgün gördüğünde anlayabiliyorsan,

va hatta teselli edebiliyorsan

büyüyorsun demek birtanem...

 o kadar tatlısın ki

öyle güzelsin ki ece,

öyle çok seviyorum ki seni...

anlatabilmenin imkanı yok.

allahım ayırmasın,

günün günden güzel geçsin güzel kızım.

iyi ki doğdun, iyi ki benimlesin.

çok güzel bir ömrün olur dilerim.

allah ömrün boyu yar ve yardımcın olsun bal kızım...


6 Temmuz 2012 Cuma

2 yaş

canım kızım, canımıniçi yavrum, birtanem, gözümün nuru, hayatımın ışığı...

güzel gözlü, iyi kalpli güzel çocuğum... seninle bir seneyi daha geçirdik. öyle tatlısın ki, birlikte geçen her günümde beni güldürdün. seni öpmelere doyamıyorum, ' sarıncam! ' deyip bana sarılmalarına bayılıyorum.

sen  baban ve bizim hayatımıza daha da mutluluk kattın. allahtan dileğim sağlıklı, mutlu bir çocuk olarak büyüyüp; adaletli, merhametli, sadece kendine değil etrafındakilere de mutluluk veren bir insan olman. bizim de buna şahitlik etmemiz. seni çok seviyorum benim bal kızım...



20 Haziran 2012 Çarşamba

bi' düşün!

geçenlerde internetten tanıdığım annelerden sena twitter da kurdukları site fikirdenk.com için şöyle bir soru sordu: 'en çok para verdiğiniz bebek ürünü hangisi? ' tabi ki soru için grup grup düşünülebilir, mesela bir oyuncağa da çok para verdiğini düşünebilir insan, ama bunu atıyorum bir yatağa verdiğin parayla karşılaştıramazsın gibi. ben soruyu şöyle algıladım, yaram olduğu için, 'para verip de bana en çok dokunan' neydi? fazla düşünmeme gerek olmadı zaten, araba!

efendim hamile olunca insan kafasını oraya buraya çevirdiğinde öncelikli diğer hamileleri ya da küçük çocukluları görüyor. e dolayısıyla da kullandıkları alet edevatları. şöyle gözüme kestirdiğim bazı modeller vardı puset ve ana kucağı için, bakındık, bakındık... ve aklımızca kendimize uygun modeli bulduk. ece doğduktan bir kaç gün sonra ceyhun gidip satın aldı, geldiiii. tercihimiz maxi cosi citi modeliydi. ece oturana kadar ana kucağını kullanacaktık. ki o bu : 

sonra ise ana kucağını kaldırıp arabamızı şu şekilde kullanacaktık: 

öyle de yaptık, ama nasıl yaptık?

daha önce evden nasıl çıkıp bir yere gittiğimi anlatan bir yazı yazmıştım. şimdi ona ek yapacağım. sevgili okuyan kişi, bizim evimiz üçüncü katta. asansörümüz yok. aslında bilen için daha bir şey söylememe gerek yok. ama bilmeyenler için açayım:

çocuğu, çantasını, kendimi hazırladıktan sonra ece yi ana kucağına yerleştiriyordum. çanta sırtımda, ana   kucağı elimde 3 katı iniyordum. arabanın alt kısmını çalınır malınır diye apartman görevlimizin dairesinin olduğu bir alt kata bıraktığımız için ece yi  merdivenin başına bırakıp bir kat da öyle inip çıkıyordum. sonra biri bir elimde biri diğer elimde dışarı çıkıp apartmanın önündeki 5 basamağı çıkıyordum. ana kucağını kaldırıp az önce açmış olduğum arabanın baz kısmına monte ediyordum ve olması gereken konuma ulaşabiliyordum! bu sıralarda ecenin 6-8 kg arası olduğunu, arabanın, 11 kg olduğunu, sırtımdaki çantanın 2-3 kg olduğunu, kendimin de bir 10 kg fazlam olduğunu da belirteyim. çıktığın gibi bir de geri dönmek var onu da düşünün.

bu çılgınlık yahu! insan her gün bu şekilde dışarı çıkar mı? çıktım ama, arabamız ağır  yüzden dışarı çıkamıyoruz diye bir bahane olabilir mi?! ama bu durum hamilelikle birlikte her iki dizimde de ortaya çıkan menisküs nedeniyle bana çok acı veriyordu. e bir dünya para verdiğimiz arabayı bırakıp başka bir şey almayı da düşünmüyordum. ama annem düşünüyordu! anne yüreği demek kadıncağız en sonunda  'ben alıcam Elif, lütfen! ' dedi ve ben de gidip ece ye ikinci bir araba aldım. 

fakat bu sefer öyle pahalı, markalı falan diye hiç bakmadım. olay buraya ulaştığında ece artık oturabiliyordu zaten o yüzden ben de gittim bunu aldım :

aldeba diye bir marka. bir önceki üç parçaya verdiğimiz paranın 1/8 ine aldığımı da ekleyeyim. e kendimize göre az para verdim çalınsa da üzülmem diye de apartmanımızın giriş katında kolondan oluşan bir yer var, kullanmadığımız zamanlarda durması için de katlayıp  orada bıraktım. eski arabamızı da katlayıp bizim arabanın bagajına koyduuum! 

ve ne oldu? ancak haftasonları ailece arabayla bir yere gittiğimizde kullanmış olduk o koca arabayı! peki alırken aklımız nerdeydi ? :) herhalde 'amaan indirir çıkarırım' diye düşündüm ya da hiç düşünmedim. yoksa aklın yolu bir derler ya zorlanacağım apaçık ortada.! 

şimdi puset alacaklara tavsiyem diye bir cümleye başlasam olmayacak tabi ama arkadaşlarım! kullanacağınız şartları düşünün lütfen. ele güne gösteriş olsun diye de marka falan bakmayın. tabi ki insan çocuğuna kendi alabileceğinin en iyisini almak istiyor ama bir yandan da zaman çok çabuk geçiyor. ece şimdi hiç bir arabaya binmek istemiyor. 'kendiim, kendiiiiim' diye söyleniyor kendisi yürümek istiyor gibi...

özetle insan bazen sadece 'edinmek' istiyor. çoğunluğa uyuyor. bu beni en çok etkileyen ama alıp da kullanmadığımız başka başka ürünler de sayabilirim. belki onları da artık başka bir yazıya :)




15 Haziran 2012 Cuma

tatil

yaklaşık iki hafta oldu, biz ilk 2012 in ilk tatilinden döndük efendim. sağ salim gidildi, dönüldü anlayacağınız. bu sene ağustos sonuna doğru düşündüğümüz ayrı bir plan olmakla birlikte uygun bir fırsat bulmuşken de değerlendirmiş olduk. mayısın son günlerinde antalya çok da keyifli olacaktır diye düşünerek başladık toplanmaya...

düşünmesine düşündük de havanın beklediğimizden de şeker bal olacağı aklımıza gelmemiş -biz yetişkinler için tabi :) ece için birazcık serindi bile diyebilirim, gündüzleri sıcaktan hiç bunalmadan hatta bazen denizden-havuzdan sonra ece ye bir merserize hırka giydirerek oturduk. hani güneşte hiç duramazsınız da şemsiye bulup altına girseniz de hiç kar etmez ya bazen ancak ağaçaltı falan serinletir biraz işte öyle sıcak hiiiç olmadı bizim antalya da olduğumuz hafta boyunca. akşamları ise -özellikle iki akşam- hırkasız oturmak pek mümkün olmadı, yani bundan sonra aklımızda ki haziranın ilk haftasını görmeden yaz tatili için antalya yok!

havaya bu kadar değinmemin sebebi aslında biraz günah çıkarmak. çok bilmiş çok bilmiş konuşsa da insan hata yapmadan da öğrenemiyor. ilk akşamımızda ece yi uyutma şeklimden bahsedeceğim. bebek yatağı koymuşlardı tabi odamıza. ahşap, yerden 5 cm falan yükseklikte bir yatak. ben ona bir güzel kendi götürdüğüm nevresimi serdim hazırladım, çocuğu da uyuttum yatırdım. bu arada oda dediğim ilk katta zemini bildiğin taş, toprağın üzerinde müstakil bir yapı. ece de sağolsun üstünü asla örtmeyen bir çocuk. 10 gibi uyuyan yavrucum neyse ki 1:30 gibi uyandı, git gel derken uykusuzluğuma dayanamayıp yanımıza aldırdı kendini. ama sabah ne oldu? hareketsiz, keyifsiz duran ece içtiği bir bardak su ve kahvaltısından aldığı ilk lokmadan sonra 'böhüüürr' diye kusarak annesine akıl verdi! üşütmüş yavrucağım benim yüzümden! benim yüzümden diye yazıyorum çünkü ceyhun da bana akşam ' acaba üşür mü bu çocuk' demişti! neyse ki o sabahı biraz sakin geçiren ece öğle uykusundan sonra toplanmış ve ilk günkü hızına geri gelmişti :)

hız diyorum çünkü bu tatildeki ece yi tanımla deseniz 'hızlı' derdim. çocuk ipinden kurtulmuş gibiydi sanki, çat orda çat kapı arkasında. uykudan uyanıyor mesela mahmurluk falan yok! direk dikelip 'anne matıyosun?' diyor bana. peki 'matıyoduk' ?

şöyle ki sabah kahvaltısını sevgili eşimle aynı masada yemekle birlikte hiç karşılıklı yiyemedik. bir o gitti bir ben gittim tabak hazırlamaya, e  yerken ben ece nin kahvaltısını hazırladım verdim gibi... sonra çayır, çimen, havuz, oyun derken öğle kahvaltısı peşinden ecenin uykusu ve biraz nefes alma vakti geldi. bu aralarda ilk bir 15 dakika ne yapacağımıza karar verememek yüzünden hiç birşey yapmayıp birbirimize bakmak, sonra bir kahve belki ve bir şeyler okumak oldu yaptığımız. ecenin uyanmasına yakın nöbetleşe öğle yemeği yedik derken ikindi de tekrar sabahki program... yani ceyhunla sakin, kafa oraya buraya çevrilmeden kesintisiz 15 dk sohbet bile edemedik :) akşamları ise yine üçümüz yemek yedik, daha çok karınlarımızı doyurmak denebilir tabi ona, sonra mini klüpte dans, sonra ece nin türlü insanlarla hasbıhal edişine ayakta, yakasından tutmak suretiyle iştirak falan derken piller bitip odaya çekilmek! :) böyle geçirdik işte 'tatilimizi'.

hayalimin sadece ece kısmı :)
tabi böyle anlattığıma bakmayın, şikayet değil yani, zaten beklentileri düşürerek gittiğimiz için hayal kırıklığı falan yaşamadık. ama insanın aklında şöyle bir imaj uyanmıyor değil : anne baba şezlonlarında uzanmış, kitap okuyorlar. çocuk sadece onların şezlonglarının çizdiği sınırda elinde havuz topuyla oynuyor. bu arada havuz topu dedimse havuzda oynamıyor çayır çimende oynuyor. hatta arada gelip annesinin öğlen hazırladığı sandviçten de ısırıklar alıyor. ve hepsinin ağzında gevşek bir de gülümseme var! :)))

bizde ise yandan göründüğü gibi baba kitabı bırakmış kızı izliyor, kız topu ısırma peşinde -nedense!- anne kitaptan geçmiş zaten dikiz modunda. ama neden olmasın di mi ama benimki de ? belki seneye ? olmadı di mi yine :)


not: ece 11.5 aylıkken gittiğimiz tatilin yazısı burada.

1 Mayıs 2012 Salı

22 aylık ece nedir, ne yapar ?


canım kızım 5 gün sonra 22. ayını bitirecek. geçen ay parkta bir başka kız çocuğunun babası bana ' 2-3 ayda nasıl gelişip değişecek inanamayacaksınız.' demişti. onun da kızı yanındaydı, klasik 'sizin çocuk ne kadarlık?' muhabbetinin sonunda söylemişti bu cümleyi. onun çocuğu tam 2 yaşındaydı, aralarında 3 ay vardı yani, aklımda acaba mı sorusu uyanmıştı ama şimdiden anlıyorum ki haklıymış.

bebek ilk doğduğunda zamanın nasıl geçeceğini düşünmüş, günleri haftaları saymış, aylık kelimesinin önündeki rakam büyüdükçe mutlanmıştım. bir yaşından sonra bıraktım artı hafta saymayı. çünkü ece artık gerçekten büyüyordu, hareketleri ,bakışları, çıkardığı sesler daha bir anlamlıydı artık. ilk yaş gerçekten bir çocuk için çok büyük gelişmelerin olduğu bir sene. ilk ayında bebeğin hala öteki dünyaya ait olduğunu düşünmüştüm ben mesela. burayla hiç ilgisi yokmuş gibi. tabi ki annesiyle bir iletişim var ama sadece gönülden! oysa hopbir yılın sonunda çocuk bayağı bir küçük insan haline bürünmüş oluyor. senin yediklerinden yiyebiliyor, sadece tek hecelik seslerle de olsa seninle 'konuşuyor', elinden tutuyorsun yürüyor, yapma diyorsun anlıyor gibi gibi.

şimdiki duruma bakacak olursak ece bana arkadaş gibi diyebilirim! şakası bir yana neler yapıyor, fiziksel gelişimi nasıl diye bakacak olursak:

  • ağzında 20 tane diş var.
  • büyüme persentilinde boyu ortalamada, kilosu ortalamanın altında. ve ben artık buna üzülmeyi bıraktım. 
  • saçları kıvır kıvır aşkımın ama aynı zamanda tiftik :) topluyoruz o yüzden.
  • ayakları 21 numara, incecik ayakları var. 
neler yapıyor?
  • söylediğim -hatta söylemediğim- her şeyi anlıyor. şunu  söylemek istiyorum, ece içi bir çocuk, pek duygusal, algıları çok açık. evet yap yapma dediğim şeyleri anlıyor. ama ona henüz söylemediğim şeyleri de anlayıp ona göre bana reaksiyon verebiliyor.
  • itiraz ediyor! ellerini sallayarak 'diil diil, hayır, istemiyem' falan diyor bana. o kadar ama o kadar komik oluyor ki bazen çok ciddi olmam gereken bir durumda ufak bir kahkaha atabiliyorum. ama ne yapayım karşımda 85 cm bir insan 'ı-ıh, istemiyem, istemiyem' diyor :) bu istemediği şeyler ne mesela? şapka takmak, o anda elinde olmaması gereken bir şeyi almış olması sonucunda benim de geri almak istemem vs. ama daha sonra ayrıca bir yazıda bahsedeceğim terrible two, iki yaş sendromu, hatırına susyorum karşısında. sesimi yükseltmemeye çalışıyorum. 'ececim' diyorum, 'gözlerime bak, sakin ol, şöyle şöyle olmacak, o yüzden biz de böyle yapacak/yapmayacağız tamam mı? ' diyorum, mamam! diyor, ama aynen devam ediyor :)
  • çiş kaka ne biliyor, ama söylemiyor. ben sorarsam yaptın mı diye, cık yapıyor çoğu zaman ama yapmış oluyor mesela kakasını. tuvalet eğitimi için 19 aylıkken  bir başlangıç yaptım ama baktım ki hazır değil yaza erteledim. bakalım o zaman neler olacak.
  • yemek yeme konusu ise benim çok kötü çuvalladoğım bir konu oldu. çünkü ben blender kullandım, kullanıyorum. off, daha çok yemesini istedim ne yapayım! ama şimdi malesef ece hala tam katı bir gıdayı yiyemiyor. ya da beni kullanıyor bilemiyorum. çünkü sevdiği bir kek ya da kurabiyeyi bir şekilde ağzında eritip yutabiliyorken, normal yemeklerini mutlaka ezilmiş istiyor.
  • kendi yatağında yatıyor ama kendisi uyumuyor. ben uyutuyorum, yatağına öyle koyuyorum. geceleri uyanıyor, beni çağırıyor. bazı geceler 3-4 saat uyumadan takılıyor. malesef. ki bu haftada bir iki gece olabiliyor. bazen bir yarım saat yanında kalıyorum uyuyor tekrar.yani uyku konusu iyi mi, kötü mü bilmiyorum.
  • kitapları, oyuncakları, boyaları, resim defteri var. masası, sandalyesi var. ama tüm bunların yanında ben de olmalıyım :) kendisi oyuncağa ya da kitaba dalabiliyor ama çok ciddi söylüyorum 5 dakika, sonra ya benim yanıma gelip 'anne, gelgelgelgel' yapıyor elini sallayarak ya da elindekini alıp benim yanıma geliyor.
  • bu hafta yeni başlayan alışkanlığı taklit. ne desem o da yarım yamalak söylemeye çalışıyor.
  • bu arada ece artık konuşuyor. 21 ayının sonrasında biraz biraz söküldü. tabi ki düzgün bir Türkçe den bahsetmiyorum, ama derdini o eksik gedik kelimeleri ile anlatıyor. en uzun 3 kelimelik cümle kuruyor.
  • parklara ba-yı-lı-yor! yeter ki 'barta' gitsin, ondan mutlusu yok! kaydırağın merdivenlerini kendisi çıkıyor. apartman merivenlerini de kendisi çıkıp inmek istiyor bu arada.
  • yine yeni alışkanlık, çorap çıkarmak. hatta eşofmanın da paçalarını dizlerine kadar çekip lamba cini gibi dolaşmak :) çorabını ters düz artık bir şekilde geri giydiğinde ise benden takdir görmek pek bir ruhunu okşuyor.
  • tv izliyor. baby tv den disney jr a geçti. izliyor dediysem 10 ar dakika gibi izin veriyorum. hoşlanmıyorum öyle gözünü kırpmadan bakmasından. en sevdiği program şu anda mickey farenin klüp evi. baby tv nin hokey pokey i ise dans için mükemmel :) salonu ise kapısı açık bulursa 'müdid accam' diyor dvd oynatıcıyı açıyor koltuğun üstünden açma kapama düğmesine ulaşıp. koştura koştura oynayarak müdid dinliyor. en sevdiği şarkı ajda nın yakar geçerim i. iphone kullanıyor. açıyor, fotoğraflarına bakmak istiyor. pıt pıt geçerek onlara bakıyor. hayvan seslerini, meyveleri falan tanıtan bir uygulama var ona bakmak istiyor ve tabi ki talking tom a bayılıyor :)
bakalım iki yaşı görene kadar daha neler değişecek...

28 Nisan 2012 Cumartesi

yeni hamileye tavsiyeler

yine en son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: ben bu aklımla hamile olsaymışım sürekli hamilelikle ilgili şeyler okuyacağıma biraz da hemen sonrası ile ilgili kaynakları okur, öğrenmeye çalışırdım. peki yeni hamile birine neler tavsiye ederdim?

  1. hamileliğini çok mutlu geçirmeye çalış arkadaşım. o günler bir daha geri gelmiyor. içinde bir can büyüttüğünü farkedemiyor insan. o karnındaki varlığın dünyaya gelip sana yarın anne diyecek bir lokum olacağını hep aklında tutmaya çalış. siniri, stresi kendinden uzak tut. üzme o yaşam mücadelesi veren bebeciği.
  2. kilolanma. yani kilo al ama kilolanma. bakma sen o 'ayy biz böyle değildik, 30 kg aldım ben ne var?' diyenlere. cahilmiş onlar! bu alma işinin sonra bir de vermesi var ki orayı düşün.
  3. pilates yap. kendim bile bu tavsiyeyi verdiğime inanamıyorum ama yap! işine yarayacak çünkü bebeği karnından dışarı itmeye çalışırken. hareketlerini kısıtlama, yürü, yüz, ev işi yap. hasta değil hamilesin.
  4. doktorunu çok iyi seç. kanın ısınmadıysa başka dene. güvenebileceğin, dediğini yaparken tereddüte düşmeyeceğin birini bul. sana hem rehberlik etsin, hem gerektiğinde, ihtiyaç duyduğunda seni pohpohlasın. bunu başarabilen bir dolu kadın doğum doktoru var merak etme. 
  5. programlı ol. doğuracağın güne ve öncesine dair. bırak sürpriz gelecekse bebekten gelsin, sen kendini stres yaratabilecek hazırlıksız durumlardan koru. bebek alışverişini yap, bebek odasını hazırla, kendine doğumdan sonra giyebileceğin kıyafetler, kullanabileceğin kozmetik malzemeler falan al. sonra başkalarına 'nolur bana gelirken bir de şunu alın, bunu alın' dememiş olursun. doğumdan sonra da sen yine sen olacaksın. hiçbir şey değişmeyecek.
  6. ne yapmayı seviyorsan onu bol bol yap. kitap okumak mı, gezmek mi hangisiyse... çünkü sonradan ciddi bir vakit problemi yaşayacaksın. çoğu zamanını bebeğine veriyor olacaksın. 
  7. emzirme ile ilgili eğitim al ya da oku, öğren. tabi ki gerçek bir bebeği emzirene kadar ne olduğunu anlamayacaksın ama en azından fikrin olacak. 
  8. keza yenidoğan bebek bakımı ile ilgili de bol bol oku. oku ki bebek sadece gazdan ağlarken sen onu doktorun telefonu kulağında acile falan taşıyor olma. bebek ağladığında sen de karşısına geçip ağlama :) bana doktorum, kolik sancıları çektiği zaman ece, kendisini ziyaret ettiğimizde 'bir yenidoğan ağlamaya başladığı zaman ilk yapılacak şey annesini sakinleştirmektir. ' demişti mesela.
  9. doğum şeklin konusunda hiiiiç kafanı yorma. tabi ki istenen normal (doğal) doğum olacaktır ama olması ya da olmaması gerçekten senin elinde değil. burayı bebeğine bırak ve doktoruna güven. tüm doğum yapmış kadınlara doğum hikayelerini anlattırma. çünkü herkes kendi tecrübesini anlatıyor ve filmleştirmeye bayılıyor. 
  10. çok fikir verecek olan olacak bebeğin hem karnındayken hem doğmuş kucağındayken. tabi ki söylenenleri dikkate de al ama son kararı sen ver. unutma ki o senin bebeğin. allah büyütmen, beslemen, kollaman için onu sana gönderiyor. ikinizin arasında kimsenin görmediği bir bağ var. onu aslında sadece sen anlayabilirsin. bu yüzden iç sesine güven.

26 Nisan 2012 Perşembe

geri döndüm!

bir blog yazarı olmaya yaklaşmışken bu yoldan çok fena geri döndüm. kaç aydır hiç yazı yazmamışım. ama hep aklımdaydın blog, hep ağırlığını taşıdım yazmamanın, valla. bu savsaklama olayına kendi açımdan bakarsam; araya yaz girdi arkadaş! yazlıklara gittim, tatile gittim derken benim internetle olan bağım sekteye uğradı, bu neden.

ben bu süre zarfında ne yaptım? 9 ay geçmiş ben herhangi bir kayıt yazmayalı, bir önceki yılın aynı dönemiyle kıyaslarsak bu ağustos 2011-mayıs 2012 arası çok daha zevkli geçti. öncelikle anne olduktan sonraki -herkeste oluyor mu bilmiyorum ama bende oldu- o şaşkınlık hali bu kış yoktu. bunun yanında bu kışı rejim yaparak geçirmedim. he n'oldu? şimdi 3 kg fazlam var ama bu önümüzdeki ay o gidecek yazıyorum bak buraya.

güncel hayatıma bakacak olursak işe falan geri dönmedim, hatta ece 3 yaşını görene kadar da öyle bir düşüncem yok, bakalım Allah kerim. ece yle vakit geçirdik, daha fazla okudum, daha fazla izledim, öğrendim. bir de ufak bir ayrıntı ama hayatıma instagram girdi, yine bir sürü sanal ama güzel arkadaş edindim. şu andaki işim olan evi çekip çevirmek konusunda da bayağı bir aşama kaydettiğimi düşünüyorum, öhömm :) evet hem ece hem ev-köy işlerinin taçsız kraliçesiyim şu an!

ve tabi ki ece ile ilgili dolayısıyla asıl kısma gelecek olursaaak, ne siz sorun ne ben söyleyeyim diyeceğim ama tabi ki anlatacağım:

efendim ece ufak bir genç kız oldu. aslında belki de asıl yazmam, kayıt tutmam gereken dönemde bir şey yazmamış oldum ama olsun, şimdilik herşey aklımda. geçen sene oraya buraya tutunarak ancak yürüyebilen ece şimdi avm turlar oldu. ancak gak guk birşeyler söyleyebilen kızım şimdi bana 'oyaya giccem isim vaay' diyor mesela, sanki dersin holding yönetiyor! en çok dans etmeyi seven kızımın en sevdiği şarkı -nedense- mustafa ceceli den sensiz olmaz ki. o 'onsuz' kısmını tabi ben kendime alıyorum, zira 'sen benim herşeyimsin' derken ece bana bakıyor :)

şöyle kendime not olması açısından bir günümü özetleyecek olsam; sabah ece sonrasında  ben kahvaltımızı yapıyoruz. bu araya da ceyhun sıkışıyor, ben ece yi yedirirken o da onunla kahvaltı yapmış oluyor. sonrasında ece bana yarım bardak bir çay(!) ile eşlik ediyor, 'ben de istiyem' diyor ve içiyor. sonrasında ece nin odasında takılıyoruz, sabah sabah tv izlemesin diye salona falan girmiyoruz hiç. eğer ben yemek yapacak olursam yine önce onu kitaptı, oyuncaktı biraz eğlemeye çalışıyorum öyle geçiyorum iş başına. mutfak oda arası 50 kere  falan gidip gelerek ben bir ocağa  yemek bir yemek atmaya çalışırken bir yandan da evi toparlıyorum. derken öğlen uykusundan önce ece hafif birşeyler yiyerek yatıyor, 1 gibi. benim içinse gününe göre en tatlı gününe göre ise en hızlı saat başlamış oluyor,zira mesela ütü var bu arada yapıyorum. bir yere gidilecek bu arada hazırlanıyorum gibi.

uykudan sonra öğle yemeği sonrasında ise artık gezme vakti! havalar nihayet ısındı da her gün parka gidebiliyoruz, park olmazsa anneanne, teyze, babaanne, onlar da olmadı avm, market geziyoruz. tabi evde geçirdiğimiz günler de oluyor, çok oldu da, çünkü çok soğuk günler geçirdik malum. işte öyle olunca biraz zor oluyor. açıp disney jr karşısında çocuğu oturmak var tabi ama kıyabilirsen. ece 10 ayını doldurduğundan beri tv ye bakabiliyor, yani ben o olayı orada kırdım. ama gözlerini dikip dakikalarca ayırmadan bakması beni tabiri caizse hasta ediyor. e 15 er dk tv izlemekle de tüm öğleden sonra nasıl geçsin? mecburen bir iş bulmaya çalışıyorum ece ile yapılacak, ya direk onunla oyun oynuyorum ya da işim gücüm varsa benimle yine 'oynuyormuş' durumu oluşturmaya çalışıyorum. derken akşamı bir şekilde bulmuş oluyoruz ve klasik yemek-banyo-uykuya sıra gelmiş oluyor, ki burası benim en sevdiğim bölüm:) gerçekten bazen tüm günü evde geçirmiş olsak bile ece yi uyutup odasından çıktığımda üstümden tren geçmiş gibi hissediyorum.

işte böyle... özetle yazmaya tekrar başladım. inşallah istikrarlı olurum:) yaşadıklarımızı, duygularımı ve ece ile ilgili herşeyi yazmaya çalışacağım. haydi bakalım...